Tuhaf bir gece, uyku gelip de gidiyor, sonra ve sonra gece tuhaf, tıpkı ayrılık gibi tuhaf, bitmeyen, kapanmayan yaralanmalar gibi tuhaf, sisli gecelerde siyaset biter, ne çok şey biter, anlam aramazsın, sadece gece tuhaftır ve uyumak aklına gelmez, biyolojik kurallar biter, aslında hiçbir şey yapmak istemezsin, kırılmışlıklara bakıp, kırdım mı kırdım mı diye bazen ya da tüm zamanlarda…
Bak da gör, yürüdüğün her nokta tasvirlerden uzak, anlatmak istemelerden uzak, sessizlikten uzak.
Soğuk bir elin tutuşundan uzaklaşmak istemek gibi, ama sorsalarda son isteğini yağmurun altında söylemek istemezdin. Yollar henüz bitmedi belki de, ama yerle bir olmuş susturduğun geçmiş…
Unutursun, ancak asla katilini kovalamazsın, bittiğinde geçmişin geride kalan ürkütücü kimliğin olacak.
Kovalamazsın katilini, ama tuhaf gecede ne anlamı var ki?
Demişlerdi yeniden kur, yeniden düşün, yenisini daha iyisini kurarsınız diye, ama o kadar çok ölüm var ki…
Neye veda etmek istediğini bilmeden, neden diye sormadan, niye sevdiğini hatırlamak istemezsin, veda vardır, tuhaf gecede huzur yoktur, aslında bazen kimseyi aramazsın, gelsede tanımazsın, ama bazı zamanlardır bunlar, tuhaftır nede olsa gece…
Sandın hep sandın, düşülmez sandın, bitmez sandın…
Kapanmaz yaraların hikayesini duymak istemezsin.
Anlatılacak bir hikayenin olmadığı yerden geldiğinde, güçten düştüğünde, şiirin ve felsefenin düşmesi gibiydi, ama anlam aranamazdı, kimliğin artık yoktu.
Depremlerin yeryüzünü salladığı bu tuhaf gecede, camlara basarak yürüyen çocuk masumiyeti gibi gölgede kaldı…